Ahmet Yenilmez

Ahmet Yenilmez

“314 kişi verin ben bu Türkiye’yi kurtarayım’’ 

İnsanın hayatında, öyle kişiler vardır ki, bir ömür unutulmazlar, unutulmayan o kişiler, bu alemden ebediyete göç etmiş olsa da her dem yaşantı ve  söylemleriyle arkada kalanlara ölçü olur, nizam olur, intizam olur! 

Bundan 9 yıl öncesi, hayatım boyunca unutamayacağım iki kişinin kaybını yaşadığım yıldır! 

25 Mart 2009 ve 18 Kasım 2009! 

Merhum Muhsin Yazıcıoğlu ve merhum Ömer Lütfü Mete! 

İtiraf etmeliyim ki, üç gün öncesine kadar, yani İstanbul Yazarlar Birliği'nin Üsküdar Bağlarbaşı Kongre Merkezinde organize ettiği, “Yerli ve milli bir aydın Ömer Lütfü Mete” konulu programa kadar, bu iki insanın aynı yıl içinde art arda bu dünyadan ebediyete intikallerini bir türlü kabullenememiştim! 

Doğrusunu söylemem gerekirse, artık bu zamanda bu tür konferans, panel gibi programların pek faydalı olmayacağını düşünürdüm ki, külliyen hatadaymışım! Hatıra, anı, gezi yazısı kitaplarının yazılmadığı, bir entelektüeli diğer bir entelektüelin kaleminden okuyabileceğimiz kitap sıkıntısı çektiğimiz bu ülkede bu tür programlar yapılmalı! Kaldı ki o gün meteorolojinin, “Evinizden çıkmayın’’ uyarısına rağmen salon doluydu, salondakilerin çoğu da genç kadın ve erkeklerdi! 

Konuşmacılar, Sayın Mehmet Ali Bulut, Sayın Hasan Kaçan, merhumun evladı Sayın Buhara Mete ve bendenizden ibaretti, herkes dili döndüğünce zamanın da müsaade ettiği ölçüde merhumu anlattı! 

Paylaşan değil tamamını veren, ‘’neden, niçin’’ diye sormadan, ‘’neredesin” deyip koşan biri olduğunu bizzat yaşayanlardan dinledikten sonra Sayın Buhara Mete, Sayın Mehmet Ali Bulut’tan, 314’ü anlatmasını istedi. 

Daha sonrasında Sayın Bulut’un anlattığı vakanın, genel yayın müdürümüz Sayın Turgay Gürel Bey’in programında yaşandığını öğrendiğimde, bu vakadan habersiz olmaktan utandığımı arz etmek isterim! 

Programın bir yerinde sayın Bulut, ‘’Talut ve Calut’’ kıssasından örnek verir! 

Talut komutanlığı ele aldıktan sonra, zalim Calut’a karşı cihada çıkar ve önce askerlerini denemeye karar verir. Talut ordusuna ‘’Şüphesiz Allah, sizi bir ırmakla deneyecektir. Kim o ırmaktan içerse benden değildir. Kim ondan tatmazsa o bendendir. Ancak bir avuç avuçlayan müstesna” (Bakara-249)! 

Kıssanın devamında kendisiyle beraber 314 kişi ırmaktan su içmez ve haklı azınlığın haksız çoğunluğa karşı kazandığı zafer vuku bulur! 

İşte, tam da bu anda merhum Ömer Lütfü Mete elini masaya vurur, ‘’Bana, bu 314 kişiyi bulun ben Türkiye’yi kurtarayım’’ der! Devamında da, ‘’Dünya 2 bin sene daha yaşamış, 4 bin sene daha yaşamış ne olmuş! Esir de olmuş, kötü de yaşamış! Bir toplumda Hakk’a teslim olmuş, haksızlığa uğramayı, haksızlık yapmaya tercih edecek kadar insan sayısı, yani 314 kişi yoksa, bir şey beklemeyelim’’der! 

Bu sözü duyunca vücudumun her bir zerresinin titrediğini hissettim, çünkü 9 yıldır bu iki insanın neden birbirinin peşi sıra bu dünyadan ebediyete göçtüklerini anlamıştım! 

Merhum Yazıcıoğlu bir seçim çalışmasında iken dostun biri,‘’Başkanım 15-16 sene oldu biz ne zaman iktidar olacağız’’ diye sorar, merhum ise, “Bak gardaş ne zaman iktidar oluruz bilemem, ama yarın huzuru mahşere vardığımızda Allah bana, “Kulum Muhsin neden iktidar olmadın” diye sormayacak,  “Kulum Muhsin benim için ne yaptın” diye soracak! Ben de, Allah’ım doğru bildiğimi, yanlışı doğrusuyla, köy demedim, şehir demedim, dağ demedim, taş demedim anlattım! (Kalabalığı göstererek) Bu kulların var ya, onlar bana inanmadılar dersem, siz ne yapacaksınız?’’ der! 

Evet, ikisi de birbirleri için dünya ve ahiret kardeşiydiler! 

İkisi de, o 314 kişiyi arıyorlardı! 

Fatiha…